wool underwear TÜRKİYE CANIM FEDA

Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
on 18 Temmuz 2011 Pazartesi


FAO’nun 2003 yılı verilerine göre dünyada toplam 7 518 111 ha alanda bağcılık yapılmaktadır. Üzüm üretimi de 60 883 454 tondur. FAO’nun verileri incelendiğinde son 5 yıl içerisinde dünya bağ alanları % 1.65 oranında arttığı görülmektedir. Alan olarak ilk üç sırayı; İspanya, İtalya, Fransa oluşturmaktayken, Türkiye bu ülkelerin ardından dördüncü sırada yer almaktadır. Türkiye’yi A.B.D, Çin, İran, Romanya, Portekiz ve Arjantin izlemektedir. Çin’in bağ alanlarının % 109,8 oranında bir artışla altıncı sıraya yükselmesi dikkat çekicidir. İlk on ülkenin toplam bağ alanı 5 087 567 ha. dır ve dünyadaki toplam bağ alanının % 67.67 sini oluşturmaktadır.
Dünya ülkelerinin üzüm üretim değerleri açısından bakıldığında ise İtalya, İspanya, Fransa, ABD, Çin, Türkiye, İran, Arjantin, Avustralya, Şili şeklinde bir sıralamayla karşılaşılmaktadır. Bu on ülke 42 020 241 tonluk üzüm üretimiyle dünya üzüm üretiminin % 69 ‘unu gerçekleştirmektedir.
TÜİK’in 2003 yılı verilerine göre Türkiye’de bitkisel üretim için kullanılan alan 24 730 294 ha. dır ve bunun da 530.000 ha.’ı bağ alanı olup, % 2.28’ine tekabül eder. Üretim olarak karşılığı ise 3 650 000 tondur.
Toplam bitkisel üretim alanının % 13.74’ü bahçe bitkileri tarımı için kullanılırken, bunun % 15.6’sını bağ alanları oluşturmaktadır. TÜİK verileri incelendiğinde bunların yanında çok önemli bir nokta dikkati çekmektedir; Türkiye tarım alanları azalmaktadır (birincil sebep, tarım alanlarındaki yapılaşmadır) ve bahçe bitkileri ziraati artarken, tarla bitkileri ziraati azalmaktadır.
Bağcılık için çok elverişli bir iklim kuşağı üzerinde yer alan, çok eski ve köklü bir bağcılık kültürüne sahip olan Türkiye’de; bağcılığın ayrılmaz bir parçası olan şarapçılığı daha çok gayrimüslimlerin yapması, onların içinde Rumlar’ın önemli oranda yer tutması ve onların da mübadelede Türkiye’den ayrılmaları, Türkiye bağcılığındaki gerilemenin önemli nedenlerinden birini oluştururken, Cumhuriyet döneminde de bir taraftan filokseranın hızlı tahribatı bir yandan da köyden kente büyük boyutlu ve hızlı bir göç olayı ve ürünün değerlendirilmesinde yaşanan güçlükler yüzünden, özellikle 1960 - 1990 yılları arasında hızlı bir gerileme süreci yaşanmıştır.
(Şehre göçe göçe bitmeyen bir köy nüfusumuz var bizim. Bunca göçe rağmen halen % 35’ler civarında bir tarım nüfusuna sahibiz. Bu oran Avrupa’da %3-5’ler civarında. Fransa’nın, İspanya’nın, İtalya’nın tarımdaki yerleri belli. Bağcılık özelinde bakarsak, o sektörden elde ettikleri katma değer de gayet iyi. Bizim hem bağ alanı açısından hem de üretim açısından dünyadaki yerimiz hiç de fena değil. Ancak bunun ekonomimize katkısı olması gerekenin çok çok altında. Köyden kente göçün, bir dönem bağcılığımızda gerilemeye neden olduğu söyleniyor. Tamam, köyden kente göç olmuş ama sanırım bağcılığın gerilemesinin/ilerlememesinin nedenlerini daha değişik yerlerde aramak lazım. Genel olarak Tarım Sektörüne bakışta bir sorun olduğu gibi, Bağcılığa ve bağlı sektörü olan şarapçılığa bakış açısında ve algılamada bir sorun olduğu da muhakkak...)
Gelelim günümüze ait istatistiki verilere; TÜİK 2003 yılı verilerine göre üzüm üretimi, toplam meyve üretiminin içindeki % 29.3’lük oranıyla en yüksek payı almakta ve bu oranla da önceki yıllarda olduğu gibi lider konumunu devam ettirmektedir.
Tarım bölgeleri düzeyinde bağ alanı ve üzüm üretimi incelendiğinde, uzun yıllardan bu yana olduğu gibi bölge sıralamalarının değişmediği, ülkemiz bağ alanlarının % 33’üne sahip olan Ege Bölgesinin, üretimin de % 44 düzeyinde bir bölümünü karşılayarak birinci sıradaki yerini koruduğu görülmektedir. 2003 yılında üzüm ve üzümden üretilen ürünlerin dışsatımından sağlanan 241.6 milyon dolar gelirin, toplam dışsatım gelirinin içindeki payı % 0.75’tir ve bu gelirin % 95’i Sultani çekirdeksiz kuru üzüm satışından sağlanmıştır. Sultani çekirdeksiz kuru üzüm üretiminin tamamı da Ege Bölgesinde gerçekleşmektedir. Akdeniz bölgesinin bağ alanı ise, toplam alanın % 20.1’ini, üretimin de % 19.5’ini karşılamaktadır.
Ortakuzey, Ortagüney ve Ortadoğu olarak bölümlere ayrılan Orta Anadolu’nun bağlarının alanının, toplam bağ alanı içindeki payı %28.5 civarlarındadır. Diğer önemli bağcılık bölgeleri de Güneydoğu Anadolu ve Marmara bölgeleridir.
Tarım 2003 yılındaki Yüzdelik
BÖLGELER
ÜRETİM ALANI (ha)
YÜZDELİK DİLİMİ (%)
Ortakuzey
36 187
6.7
Ege
174 698
33.0
Marmara
27 462
5.8
Akdeniz
103 172
19.5
Kuzeydoğu
1 899
0.3
Güneydoğu
70 260
13.2
Karadeniz
1 050
0.2
Ortadoğu
37 709
6.5
Ortagüney
98 598
15.3
Toplam
530 000
YILLARA GÖRE BAĞ ALANLARI
YIL
ALAN (ha.)
1985
625
1986
600
1987
590
1988
590
1989
597
1990
580
1991
586
1992
576
1993
567
1994
567
1995565
1996560
1997545
1998541
1999535
2000535
2001525
2002530
2003530
2004520
Yıllara göre bağ alanları istatistik bilgileri www.tuik.gov.tr/VeriBilgi.do adresinden alınmıştır. Bağ alanlarıyla ilgili istatistik bana biraz üzücü, düşündürücü ve biraz da ilginç geldi. "Acaba bir yanlışlık mı var" ! dedim.
Yine aynı sitede üretim değerleri olarak aşağıdaki bilgiler yer almaktadır;
ÜZÜMLER
ÜRETİM (ton)
Üzüm (Toplam)
3 500 000
Üzüm(Sofralık çekirdekli)
1 500 000
Üzüm(Sofralık çekirdeksiz)
400 000
Üzüm(Kurutmalık çekirdekli)
350 000
Üzüm(Kurutmalık çekirdeksiz)
880 000
Üzüm(Şaraplık)
370 000
Madem istatistiklerden gidiyoruz, şöyle de bir durum var;
Bir çok yerde, "Türkiye'de üretilen üzümün % 2 - % 3 gibi bir bölümü şaraba işlenmektedir" diye yazılıp çiziliyor. Ve bu bilgiyi ben de kullanıyorum. Ancak ya herkes eski bir istatistik bilgiyi kullanıyor ya da bilgide bir anormallik var. Ben en azından % 5 lere gelmiş olduğunu düşünüyordum.
Diğer yandan yukarıda da bir istatistik bilgi mevcut. Diyor ki; Türkiye'de üretilen şaraplık üzüm miktarı 370 000 tondur. Kimse de güzelim sofralık üzümler dururken, sofralık olarak pazarda satmak üzere şaraplık üzüm yetiştirmeyeceğine göre, (en azından ben öyle düşünüyorum) ortada bir çelişki var gibi görünüyor... Çünkü 370 000 ton üzüm, toplam üzüm üretimimizin % 10.57'si.
%2.5 nireee, %10.57 nireee diyesi geliyor insanın:) Ya istatistik bilgilerde bir problem var ya da üzümler şaraplık olarak yetiştiriliyor, sofralık olarak da satılıyor:))
Asmanın anayurdu, Hazar Denizi’nin güney kıyısında yer alan sık ağaçlarla kaplı bölgedir. Bu sık ormanda, kol kalınlığındaki gövdesiyle asmanın, kıvrıla kıvrıla ulu ağaçların tepelerine dolandığı, sürgünlerini o ağaç tepesinden bu ağaç tepesine uzatıp ya da yüklü salkımlarını sarkıtarak insanı cezbettikleri tasvir edilmiştir. Phasis’teki Kolkhis’te, Kahetia (Gürcistan’da bir bölgenin tarihi adı. Tiflis’in doğusunda, Kura ve Alazan ırmakları arasında), Mingrelia (Gürcistan’ın batı kısmının eski adı, bugünkü Abhazya), İmeretia ( Gürcistan’da dağlık bölge) ve Ermenistan’da, Kafkasya, Ağrı Dağı ve Toroslar arasında, Yunan ve Roma kaynaklı yazılardan; üzüm bağlarının dört yöne göre yol yol bölünmesi (limes decumanus – doğudan batıya ) ve güneyden kuzeye sınır çizgisi çekilmesi suretiyle yetiştiricilik yapıldığı, amforaların ziftlenmesi ya da kireçlenmesi, önce çotuğun sonra da şarabın toprağa yerleştirilmesi gibi işlemlerin yapıldığı anlaşılmaktadır. Bu bölge, turunç sarısı rengi, insanı mest eden kokusuyla, şurup gibi tatlı üzümlere, suyu yoğun lal renginde olan ve “erken olgunlaşan ve iri” (sapiranica praecox) denilen en has Kahetia asmasına ev sahipliği yapardı.
Asmanın en önemli türü Vitis vinifera L. olup, Asma, yabani ve kültür asması olarak ikiye ayrılır. Ülkemiz hem yabani asma (Vitis vinifera ssp. sylvestris) hem de kültür asması (Vitis vinifera ssp. sativa) yönünden çok zengin bir gen potansiyeline sahiptir.
İşte asma bu bölgeden yola çıkmış, Aşağı Fırat bölgesine yayılmaya başlayan Sami kavimlerin peşine takılarak, bu kavimlerin ileride mesken tutacağı güneybatının çöl ve cennetlerine kadar sokulmuştur. Alkolü damıtmayı da icat eden Samiler tektanrıcılığın, ölçünün, paranın ve yazının olağanüstü soyutlamasını gerçekleştirmekle kalmamış, üzüm tanelerinin suyunu mayalanma aşamasında tutarak, baştan çıkarıcı ya da esritici bir içkiye dönüştürme şöhretini de elde etmişlerdir.
(Sami : Hz. Nuh’un oğlu Sam’dan türediklerine inanılan ve aralarında dil yakınlığı bulunan çeşitli kavimlerin toplandığı kol.-Büyük Larousse-)
Şarap kültürü Suriye’den sonra Anadolu’yu da baştan başa katederek, Lydialılara, Friglere, Mysialılara* ve bu arada doğudan batıya ilerlemiş Pers ya da yarı Pers başkaca halklara ulaşmış; kuzeyden Yunan yarımadasına, sonra da dosdoğru Fenike ticaretinin yeşerdiği denize, Karia yerleşim bölgelerine girmiştir. Avrupa’dan sonra, yabancı diyarların sahillerine de sıçrayan eski Yunan kavimleri önce bu mucizevi buluşun bilgisini aktarmış, yerleşik düzenin giderek oturmasından sonra da bu bitkiyi bizzat yetiştirmişlerdir.
Şarabın adının; Yunanca “oinos”, İbranice “jain” , Etiyopyaca ve Arapça “vain” olması ve aralarındaki benzerlik, asmanın (ve şarabın) bu yolculuğunu doğrulamakta, şarabın diğer kültürlere olduğu gibi, Yunanlılara da Sami kültür çevrelerinden geçtiğine işaret etmektedir.
İtalya kıyılarının bu içkiyle tanışmalarının, Yunanlıların batıya yaptıkları ilk deniz yolculukları sayesinde olabileceğini düşündüren de İtalyancaya giren ve Yunanistan kaynaklı olan “vinum” sözcüğüdür.
Buraya kadarki kısım tarihlendirilecek olursa; asmanın ilk olarak Kafkasyada ortaya çıkışı İ.Ö. 8-6 binler arasındadır. Yabani olan bu bitkinin İ.Ö. 6 binden sonra bağcılık yapılarak geliştirilmiş olduğu, şarabın ise toprak kapların yapılma tekniğinin icadından sonra (yaklaşık İ.Ö. 5500/5000) üretildiği sanılmaktadır. İ.Ö. 6 bin yılına ait olduğu tespit edilen, üzerinde üzüm salkımı olan bir büyük amfora Gürcistan’ın Tiflis şehrindeki müzede sergilenmektedir.
Ancak şarap kültürünün başlangıcı ve dünya kültürüne girişinin, İ.Ö 4000 lerde Hitit’ler vasıtasıyla olduğu kabul edilir. Bu kültüre ait bulunan en eski şarap kaplarından olan ve İ.Ö. 3 binin son çeyreğine tarihlenen, som altından şarap sürahisi ve ayaklı şarap kadehi Ankara’daki Anadolu Medeniyetleri Müzesi’nde bulunmaktadır.
* MYSİA : Anadolu’nun kuzeybatısını kapsayan bölge; Kuzeyde Marmara denizi (Propontis), kuzeydoğuda Çanakkale boğazı (Hellespontos), batıda Ege denizi, doğuda Bithynia ve Phrygia, güneyde Lydia ile sınırlıydı. (kabaca Çanakkale’nin Anadolu’daki kesimi, Balıkesir, İzmir’in Bergama ilçesi, Manisa’nın soma ve Kırkağaç ilçelerini kapsayan bölge.) Mysia, siyasal olmaktan çok Aiolis, Troas ve Bergama yöresini kapsayan bir coğrafi bölge konumundaydı. Homeros, bölgeye ismini veren Mysialıların Truva’nın bağlaşıkları olduklarını yazar. Heredotos, Karialılar’ın Mysialılar’ı kardeş ulus saydıklarını, Truva savaşından önce Trakya’ya ve Yunanistan’a akınlar yaptıklarını bildirir. Strabon da, Mysia dilinin bir ölçüde Lydia ve Phrygia dillerinin karışımı olduğunu belirtir. Bu bölge, Lydia, Pers, Bergama’nın egemenliğinde kaldıktan sonra, Roma’nın Asia eyaletine bağlandı (İ.Ö.129).
Bağcılıkta aşılar; Hastalıklara ve zararlılara dayanıklılık, tuza-neme-kurağa dayanıklılık, kirece dayanıklılık, ıslah çalışmaları ve çoğaltma gibi amaçlarla sıkça kullanılan, iki farklı materyalin kambiyum dokularının çakıştırılarak kaynaştırılmasına dayalı vegatatif bir çoğaltma yöntemidir ve asma kolay aşı tutan bitkilerden biridir.
Bağcılıkta yerinde aşılamada uygulanan en yaygın aşı çeşitleri şunlardır;

- Kalem aşıları (En fazla uygulanan aşılardır)
- Göz aşıları
- Yeşil aşılar
Aşıda başarının sağlanması;
1. Aşı materyalinin özelliklerine,
2. Aşı yapma tekniğine
3. Ortam koşullarına bağlıdır.

Anaçla kalemin uyuşması ön koşuldur. Aşıda kullanılacak anaç ve kalem iyi olgunlaşmış (odunlaşmış) olmalıdır. Pişkinleşmemiş kalemler yeteri kadar besin maddesi içermezler, bu nedenle aşılamada başarı düşük olur. İyi odunlaşmış çubuklar parlaktır ve çeşidin kendine özgü rengini alır. Bükülünce kabuk çıtırdayarak parçalanır. Öte yandan anaç ve kalem genç olmalıdır. Kalem iyi odunlaşmış olsa bile anaç çok yaşlı ise aşı zor tutar. Yerinde yapılacak aşılarda anacın baş parmak kalınlığında olması yeterlidir. Çoğunlukla anaçlar 2 yılda bu kalınlığa erişirler.

Aşı tekniği yönünden anaç ve kalemin kaynamayı sağlayacak dokularının çok sıkı temas etmesi gereklidir. Dokular ne kadar sıkı olursa, kaynaşma da o kadar kolay ve çabuk olur. Anaç ve kalemin kambiyum dokuları karşılıklı olmalı ve çakışmalıdır.

İki ayrı bitki parçası olan anaç ve kalemin tutması için sıcaklık, nem ve oksijene gerek vardır. Yara dokusu (kallus) oluşumu için ideal sıcaklık 24-29 ° C’dir. Aşı yapıldığında sıcaklık düşükse anaç ve kalem kaynaşma belirtisi göstermeden canlılıklarını koruyarak beklerler. Sıcaklık uygun hale geldiğinde kaynaşma başlar. Yüksek sıcaklıkta yara dokusu hızlı gelişir. Ancak gevrek ve zayıf dokulu olur. Düşük sıcaklıklarda ise (22-24 ° C) yara dokusu yavaş oluşur. Ancak sıkı yapılı ve dayanıklıdır. Sıcaklık 16-21 ° C olduğunda çok yavaş oluşan kallus dokusu, 15 ° C ve altında durur.

Yüksek oransal nem kaynaşma için gerekli diğer faktördür. Aşı yeri çevresinde oransal nem % 85 olmalıdır. Daha yüksek nem daha iyi sonuç verir. Arazide yerinde yapılan aşılarda, aşı yerinin neminin muhafazası için, aşı kalemi üzeri kalınlığı 5-8 cm olan ince toprakla (kümbet şeklinde) örtülür. .

Sağlıklı, kaliteli ürün veren ve verimli asmalardan alınan kalemler olgunlaşmış ve 1 yaşında olmalıdır. Aşı kalemleri yaprak dökümünden itibaren, gözler uyanıncaya kadarki dönemde alınabilir ve aşı zamanına kadar, nemli talaş veya kum içinde katlanarak, don olayının olmadığı serin bir yerde saklanabilir.

Kalem aşılarının yapılması için Şubat-Mart ayları uygundur. Yukarıda açıklanan iklim değerleri uygun olduğu sürece bu aşı zamanı Nisan ayı sonuna kadar da uzayabilir. Asmalara su yürüdüğünde, uyanma döneminde (hatta uyanmanın birazcık sonrasında) aşılama daha başarılı olur.

Bizim bağlarımızda uyguladığımız aşı çeşidi, aynı zamanda ülkemizde de bağcılıkta yerinde aşılarda en fazla yapılan aşılardan birisi olan yarma aşıdır.

YARMA AŞI : 1-3 yaşlı anaçların aşılanmasında en çok kullanılan ve en kolay olan aşıdır. Çapı 3 cm’ye kadar olan (yani aşağı yukarı baş parmak kalınlığı) anaçların aşılanmasında kullanılır. Anaç toprak seviyesinin biraz altından kesilir. Aşı baltası (yargıç) ile üzerine ağaç tokmakla vurularak 2-7.5 cm kadar anaç tam ortadan yarılır. Kalın anaçlarda bu yarığın uzun olmamasına dikkat edilmelidir. Aşı baltasının üçgen kısmı anacın ortasına sokulur. Aşı kalemi 1 veya 2 gözlü hazırlanır. Kalemin alt kısmı aşağıya doğru incelen bir kama gibi yontulur. Her iki taraftan açılan şev incelerek, kalemin ekseninin uç kısmında birleşmelidir. Kalemdeki yontulan bu kısmın uzunluğu anaçtaki yarığın uzunluğuyla eşit olmalıdır. Kalem yerleştirildikten sonra ne anaçta açılan yarıkta bir boşluk, ne de yerleştirilen kalemin yontulmuş kısmında açıkta kalan bir bölge olmamalıdır. Kalem ile anacın kambiyum dokuları aynı hizada olmalıdır. (Bu durumdaanacın kabuk kısmı ile kalemin kabuk kısmı da karşılıklıgelecektir.) Kalemdeki gözlerden altta olanın, anaçtaki yarığın dış tarafına bakacak şekilde yerleştirilmesine dikkat edilmelidir. Kalın anaçlarda 2 kalem takılabilir. Aşı bağı veya rafya ile sarılarak sıkıca bağlanır. Aşının üzeri gevşek bir toprakla örtülür. Aşıların hep aynı tarafına herek konulur.

Aşı Kaleminin Yontulması : Geçen yılki sürgünlerin dipten 2/3’lük kısmı kullanılmamalıdır. Bu gözler gelişmemiş olabilir ve gözler sürmeden kısa süre içinde dökülür. Sürgün 1-2 gözlü olarak kesilir. Altta kalacak göz dışa gelecek şekilde ve gözün 0.5 cm altından, her iki yandan yontulur. Uçta sıfıra düşecek şekilde kama şekli verilir. Kalemin dış tarafı kalın, içe gelecek yeri daha ince olacak şekilde hazırlanır. (Yukarıdaki çizimde iki kalemin konulması gösterildiği için, içe gelecek kısmı ile dışa gelecek kısmı arasında bir kalınlık farkına gerek yoktur.)

Aşı Sürgünü Bakımı : Aşının üstünü örten toprak hafif ve geçirgen olmalıdır. Aşının örtülmesi sırasında gerekiyorsa toprak altı kurtlarına karşı ilaçlama yapılmalıdır. (Biz yapmamıştık ve herhangi bir zararla da karşılaşmadık) Aşı sürgününün toprak yüzeyine çıkabilmesi için, yağışlardan sonra oluşacak kaymak tabakası kırılmalıdır. Aşı sürgünü toprak yüzeyine çıktıktan sonra sık bakım ister. Her aşı sürgünü için 1-1.5 m uzunluğunda herek gerekir. Aşı sürgünlerinden kuvvetli olanı 25-30 cm olunca hereğe bağlanır. Diğerleri dipten kesilir. Düzgün büyüyen dik bir gövde olması sağlanmalıdır. Aşı sürgünü çok hızlı (günde 3-4 cm kadar) büyür. Bu nedenle haftada bir kesmeyecek bir malzeme ile (ip, şerit, bez) hereğe bağlanmalıdır. Bu arada aşı sürgününde oluşacak koltuklar dipten itibaren makas veya düzgün kesen bir bıçakla temizlenir. Bunlar temizlenmez ve büyümelerine izin verilirse, ana sürgünün gelişmesi yavaşlar ve çalı görünümü alır. Aşı sürgününün boyu ilk telin geçirileceği yüksekliğe ulaştığında (bu yükseklik 75 -100 cm kadardır. Bizim bağlarda ilk tel 85 cm den geçiyor ve yan kollar bu seviyede oluşturulmuş durumda), taçlandırılacak kısımdan tepe alınır. Tepe alma gözün 1-2 cm üzerinden yapılır. Bu bölümde yapraklar normal büyüklüklerini almış olmalıdır. Aksi halde göz olgunlaşmamış olacağından sürmez. Koltuk alma sırasında taç yüksekliğinden çıkan koltuklara dokunulmaz. Sıcak bölgelerde tepe alma Mayıs sonu- Haziran ortası yapılabilir. (mesela biz Haziranın başında yapmışız. Bknz. sitede yandaki fotoğraflar. Zaten sürgünlerin hepsinin gelişmesi farklı olacağından, tepe alma işlemleri de aynı zaman denk gelmeyecek, aşağı yukarı 1 aya yayılacaktır.) Oluşturulacak terbiye sistemine göre yeterli sayıda koltuk sürgünü bırakılır. Telli terbiye sistemlerinde bu 2 adettir. Bunlar yaz sonuna kadar 2-4 m kadar uzar ve odunlaşırlar. Kış budaması sırasında terbiye şekline göre budanırlar.

Aşı sürgününde yapılacak bir başka bakım işi, boğaz kökü ve anaçtan çıkan sürgünlerin temizliğidir. Anaç ve kalem iki ayrı parça olduğundan birbirlerini atma eğilimindedirler. Bu nedenle de anaçlardan sürgün, kalemlerden kök oluştururlar. Anaçlardan çıkan sürgünler ilk zamanlarda elle çekilerek dipten koparılır. Kalem veya aşı yerinden çıkan kökler de bahar aylarında keskin bir bıçak yardımıyla dipten çıkarılırlar. İlkbaharda yapılmazsa yazın boğaz kökü temizliğinden kaçınılmalıdır. Aksi halde su alımı yetersizliğinden fidanlar sarsıntı geçireceklerdir. Bu durumda kök boğazı temizliği sonbaharda yapılmalıdır. İlk 2-3 yıl kök boğazı temizliği yapılan asmalarda ileriki yıllarda boğaz kökü temizliğine gerek kalmaz. Odunlaşan ve kökleşen dokular yeniden kök oluşturmaz.
Bağdaki aşı yöntemlerinden birisi olan "yarma aşı"nın nasıl yapılacağını anlattık. Tabii bir bağ tesis ederken mutlaka aşı yapılması gerekmiyor. Asma fidanları, istenilen çeşit aşılanmış olarak alınabilirler ve son zamanlardaki genel uygulama da bu yöne doğru gitmektedir.
Burada işin püf noktalarından birisi, mutlaka Amerikan asma anaçlarının kullanılmasıdır. Bu konuya girmeden önce durun size "püf nokta"sının hikayesini anlatayım; Bir zamanlar bir çömlek ustası varmış ve çok güzel çömlekler yaparmış. Bir genç gelmiş ve "ben senin yanında çıraklık yapmak ve bu işi öğrenmek istiyorum" demiş. Usta da "peki" demiş. Bir süre beraber çalışmışlar. Çamura şekil veriyor ve sonra da fırında pişiriyorlarmış. Kolay gelmiş bu iş genç adama ve çok geçmeden "ben bu işi öğrendim artık kendi başıma yapmak istiyorum" demiş ustasına. Ustası yine "peki" demiş ve çırak ayrılmış yanından ve kendine yeni bir atölye açmış. Başlamış çanak çömlek yapmaya. Fakat yaptıklarının hepsi pişirdikten sonra çatlıyorlarmış. Ne yaptıysa önleyememiş bunu. Çaresiz boynu bükük gitmiş ustasının yanına ve anlatmış durumu. Ustası fırına koyduğu çanak çömleklerin üzerinde oluşan kabarcıkları "püüfff, püfff..." diye üfleyerek söndürüyormuş ve böylece de çanak çömlekler çatlamıyorlarmış. İşte işin "püf noktası" da buradan geliyormuş.
Gelelim Amerikan asma anaçlarına ; 1800'lü yılların ikinci yarısında floksera Avrupa'daki bağların çok büyük bir bölümüne zarar vermiştir. Öyle ki Fransa'da bile şarap yokluğu çekilmiştir.(Floksera : İki floksera vardır. Köklerde yaşayan ve buralara zarar yapanlara kök flokserası, yapraklarda yaşayan ve yapraklara zarar verenlere de yaprak flokserası denir.
Kök flokserası oval veya armut şeklinde, sarımsı yeşil esmer, kırmızı kahverengine kadar değişen renklerdedir. Sırtında koyu renkli lekeler vardır. Ağız uzun bir emici hortum şeklindedir. Vücut uzunluğu 0,5-1,3 mm kadardır. Yaprak flokserasının boyu ise 1,5-1,7 mm arasındadır ve sarı renkli sırt kısmı lekesiz, emici hortumu daha kısadır. Flokseranın kanatlı ve kanatsız formları vardır.
Flokseranın değişik formları tarafından 4 farklı tipte yumurta bırakılır. Bir kısmı küçük, bir kısmı büyük olan bu yumurtaların bazıları döllenmiş, bazıları da döllenmemiştir. Yumurtalardan çıkan larvalar gözle görül(e)meyecek kadar küçüktür. Boyları 0,55 mm kadardır. Yeşilimsi sarı renkli olan larvalar 4 gömlek değiştirdikten sonra ergin olurlar.
Kök flokserasının köklerde beslendiği yerlerde emgi sonucu meydana gelen şişkinlikler görülür ve daha sonra bu şişkinlikler çürüyüp dağılırlar. Ardından yine aynı durumun tekrarı görülür ve bir noktadan sonra kökler görev yapamaz hale gelirler ve asma kurur.
Yaprak flokserası ise ise yeni açılan tomurcuklara girerek taze tomurcuk ve yaprakları sokup emerler. Bu noktalarda yaprak dokusu alt yüze doğru çıkıntılar yaparak şişkinlikler meydana gelir. Bu şişkinliklerin içinde flokseraları görmek mümkündür.
Floksera ile bulaşık olan bağlarda zamanla sürgünlerde genel bir durgunluk, omcada zayıflık, yapraklarda küçülmeler, sararmalar görülür. Boğum araları daralır. Çubuklar odunlaşamadıkları için kışın soğuktan etkilenirler. Floksera zararı sonucu asmaların zayıflamasına bağlı olarak, salkımlarda tanelerin seyrekleştiği, şekerlenme ve renklenmenin normal düzeyde olmadığı görülür. Omcalar birkaç yıl içinde ağır bir durgunluk göstererek kururlar.)
Bu zararlıya karşı çareler aranmış ve işte bu aşamada devreye, filokseraya dayanıklı oldukları anlaşılan Amerikan asma anaçları girmiş ve üzüm çeşitleri bu anaçlar üzerine aşılanarak yetiştirilmeye başlanmışlardır. Her ne kadar Amerikan asma anaçları flokseraya dayanıklı olsa da, bulaşık olan bölgelerde "floksera - anaç " ilişkisine dikkat edilmelidir. Ve bunun yanında;
  • Toprak- Anaç ilişkisi,
  • Anaç-Kalem ilişkisi,
  • Nematod-Anaç ilişkisi de gözetilmelidir.
Genellikle kullanılan Amerikan asma anaçları ve özellikleri;
5BB : Nemli, killi-tınlı ve killi topraklar için uygun bir anaçtır.Vejetasyon süresi kısa olduğundan kuzey bölgeler için uygundur.Kök ur nematoduna dayanıklıdır. Kökleri yüzlek ve yatay büyüdüğünden sıcak bölgeler için uygun değildir. Aşı tutma oranı oldukça yüksektir. Sathi ve nemli topraklar için uygundur. % 30-40 toplam, % 20’ ye kadar aktif kirece dayanıklıdır. Bu anaç üzerine yarma aşı yapıldığında aşı kaleminden fazla miktarda köklenme yaptığından, ya yonga göz aşısı tercih edilmeli veya aşı tuttuktan sonra ve kırağı tehlikesi geçtikten hemen sonra aşı yeri açılarak, buradaki kökler hemen temizlenmelidir. Aksi takdirde esas köklenme bölgesinde köklenme durur ve bu da asmanın kısa sürede kurumasına neden olur.
99R : Kuvvete getirir bir anaçtır. Dik büyümesi ve köklerin derine gitmesinden dolayı meyilli ve kıraç araziler için uygun bir anaçtır. % 30-40 toplam, % 17’ye kadar aktif kirece dayanıklıdır. Kökleri flokseraya dayanıklı olmakla birlikte yaprakları, yaprak flokserasına karşı çok hassastır. Ayrıca tuza karşıda oldukça hassas bir anaçtır. Üzerine aşılanan çeşidin olgunlaşmasını geciktirdiğinden kuzey bölgeler için tavsiye edilmemelidir. Arazide aşı tutma randımanı yüksektir.
110R : Çok kuvvetli bir anaçtır. Genel özellikleri 99R’ye benzemekle birlikte kurağa 99R’den daha dayanıklıdır. Kuvvetli bir anaç olması nedeni ile üzerine aşılanan çeşidin olgunlaşmasını geciktirir. Bu nedenle erkenci çeşitleri aşılamaktan kaçınılmalıdır. %30-40 toplam, % 17-19 aktif kirece dayanıklılık toleransına sahiptir.
140 Rugeri : Çok kuvvetli bir anaçtır. Dik büyür ve kurağa dayanıklıdır. Kuvvetli büyümesi nedeni ile vejetasyon süresi oldukça uzundur % 70 toplam, % 40 aktif kirece dayanabilmekle birlikte yaprak flokserasına hassastır.
1103 Poulsen : Ülkemizde son yıllarda kullanılmaya başlanan bir anaçtır. Kurağa oldukça dayanıklıdır. Nemli ve alt katmanları killi topraklar için tavsiye edilir. % 17-18 aktif kirece dayanıklıdır.
41B( Chasselas x Berlandieri ) : Vejatatif devrenin kısa olması ve arazideki yüksek kirece çok dayanıklı olması bu anacın en önemli özelliğidir. Toprak seçiçiliği yoktur. Sıcağa ve kurağa dayanıklıdır. Çok kuvvetli bir kök yapısına sahiptir. 41B dikimden itibaren birkaç yıl zayıf gelişme göstermesine karşın ileriki yıllarda kuvvetli bir anaç oluşturur ve üzerine aşılanan çeşitte iyi meyve tutumu sağlar. % 40 aktif kirece dayanıklıdır. Standart çeşitlerle uyumu çok iyidir.
420A : Vejetasyon süresi uzun bir anaçtır. Killi, kireçli, killi tınlı ve çakıllı topraklarda iyi geliştiği gibi, bakir ve kuvvetli topraklar için çok uygun bir anaçtır. Omega aşıda tutma oranı düşük olmasına karşın arazide aşı tutma randımanı yüksektir. Üzerine aşılanan çeşitlerde olgunlaşmayı 3-4 gün erkenleştirdiğinden erkenci çeşitler için tavsiye edilir. % 30-40 toplam, % 20’ye kadar aktif kirece dayanıklıdır. Tek dezavantajı bazı çeşitlerle uyuşmazlık göstermesidir.
Anaç Özellikleri Tablosu;
ANAÇ
GELİŞME KUVVETİ
FLOKSERAYA DAYANIM
NEMOTODLARADAYANIM
KURAKLIĞA DAYANIM *
AKTİF KİRECE DAYANIM (%) **
TUZA TOLERANS ***
41B
Zayıf-Orta
Yüksek
Düşük
Orta
40(Çok Yüksek)
Çok Duyarlı
420A
Zayıf-Orta
Yüksek
Düşük
Düşük
20 (Yüksek)
Duyarlı
SO4
Kuvvetli
Yüksek
Yüksek
Düşük
17(Yüksek)
Orta
5BB
Zayıf-Orta
Yüksek
Orta-Yüksek
Düşük
20(Yüksek)
Duyarlı
1103 POULSEN
Kuvvetli
Yüksek
Yeterli
Yüksek
17(Yüksek)
Orta
1613C
Kuvvetli
Orta
Yüksek
Zayıf-Orta
Düşük
Orta
110R
Kuvvetli
Yüksek
Yeterli
Çok Yüksek
17(Yüksek)
Duyarlı
140 RuÇokKuvvetliYüksekOrta-YüksekÇok Yüksek20 Yüksek)Duyarlı
* Kurağa Dayanıklılık : Asma anaçlarının kurağa dayanmaları bir çeşit özelliği olup, adaptasyon üzerine etkili olmaktadır.Amerikan Asma Anaçları aşısız olarak büyüdüklerinden kurağa karşı daha dayanıklıdır.Aşılandıktan sonra bu dayanıklılık azalır. Çünkü vinifera çeşitlerinde yaprak dokusu farklı olduğundan evapotranspirasyonla su kaybı daha fazla olmaktadır.Eğer kurak bir arazide bağ kurulacaksa ve sulama imkanı yoksa mutlaka kurağa dayanıklı anaçlar ile bağ kurulmalıdır.
** Kirece Dayanıklılık : Anaçların adaptasyonunda topraktaki toplam ve aktif kirecin çok büyük etkisi vardır. Özellikle aktif kireç oranı büyük önem taşır. Çünkü topraktaki toplam kireçten çok, bunun suda eriyebilen ve aktif kireç olarak adlandırılan oranı önemlidir. Topraktaki aktif kirecin fazla olması kireç klorozunu arttırır. Topraktaki toplam kirecin kurak yerlerde bir sorun yaratmaması yanında, yağışlı bölgelerde topraktaki toplam kireç suda eriyerek aktif kirece dönüşür. Bu da diğer besin maddelerinin alımını etkiler. Nemli topraklarda kireç oranı az bile olsa aktif hale gelebileceğinden asma için zararlı olabilir.
*** Tuzluluğa Dayanıklılık : Toprakta asma tarafından absorbe edilen ve verim üzerine etkili olan bir çok bileşik madde vardır. Bu maddelerin bir kısmı tuz olarak isimlendirilir. Bunların bir kısmının toprakta bulunması bitki için gerekli olmakla birlikte aşırı oranda bulunması, besin ve su alınımını yavaşlatması nedeni ile hem asmanın büyümesini durdurur hem de asma da yarattığı gerilim, verim ve üzüm kalitesini düşürür. Bu nedenle toprak bünyesinde veya sulama suyundaki tuz miktarı büyük ölçüde önem arz eder. Besin ortamında çözülebilir tuzların varlığı bitki büyümesini genel olarak iki yolla etkiler:
1. Zehir etkisi yaparak
2. Fizyolojik kuraklık yapması; Amerikan Asma Anaçları içerisinde tuzluluğa en hassas anaç 41B ‘dir.
Neme Dayanıklılık : Topraktaki durgun suyun dolayısıyla nemin fazla olması ve asma köklerinin uzun süre bu ortamda kalması apofleksi denilen ani ölümlere neden olur. Köklerin devamlı su içinde kalması bu organların oksijen alınımını engeller ve su ile mineral alımı da düşer. Zamanla kökler üzerinde kalın, yumuşak bir doku oluşur ve kalınlaşır. Kökler üzerinde uzunlamasına derin lekeler gözlenir. Fazla nem gelişme sırasında olursa külleme ve mildiyö hastalıklarına karşı hassas bir durum oluşur. Olgunlukta şeker oranının düşmesine ve salkımların çürümesine neden olabilir. Bu durum geçirgen olmayan (killi) ve taban topraklarda görülür. Bu olumsuz faktörleri ortadan kaldırmak için eğer bağ sulanıyorsa sulamaya dikkat edilmeli ve yağış fazla ise drenaj sistemi kurulmalıdır. Fazla suyu tüketmek bakımından ara bitkisi dikmek de bir önlemdir.
BUDAMA
Budama; asmalarda büyüme ve gelişme ile verimlilik ve kalitenin dengeli bir şekilde düzenlenerek, bağlardan sağlanan yararın en üst düzeye çıkarılması amacıyla, canlı toprak üstü organları, özellikle bir yaşlı dallar ve sürgünler üzerinde gerçekleştirilen kısaltma, çıkarma ve seyreltme gibi işlemlerdir. Bağcılıkta özellikle kış budaması önem taşır. Budamayla; gelişmeye bırakılacak gözlerle, bunlardan oluşacak sürgünlerin, salkımların sayı ve yerleri belirlenir. Terbiye şekli budama ile oluşturulur ve oluşturulan bu terbiye şekli budamayla korunur veya değiştirilir. Asmada budama her yıl mutlaka yapılması gereken önemli kültürel bir işlemdir.


Kış Budamaları :

Budanacak bir asmanın üzerinde, bir yaşında olan birçok sürgün (dal-çubuk) vardır. Budama ile bu çubukların bazıları tamamen dibinden kesilir. Bazı çubuklar da (budamanın çeşidine göre değişmekle birlikte) 2-3 göz bırakılarak kesilirler. Kesilecek ve bırakılacak çubukların özellikleri(ürün çubuğu olması veya yedek olarak bırakılması özelliği gibi) ile bırakılacak çubuk miktarı, budamanın en önemli öğeleridir. Bırakılacak çubuklar iyi olgunlaşmış olmalıdır. Böyle çubuklar erken olgunlaşır. Kabukları parlaktır ve bükülünce çatlar. Yeterli besin maddesi içerirler. Tam olgunlaşmış çubuklarda ise bu özellikler aksine sahiptirler. Asma tacının altında güneş görmeyen, boğum araları uzun olan sürgünler ile yaşlı kısımlardan çıkan obur sürgünleri zorunlu olmadıkça kullanılmamalıdır.

Related Posts with Thumbnails
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...